10 Ekim 2009 Cumartesi

GELİŞİMİN TEMEL TAŞLARI





0-72 AY ÇOCUK GELİŞİMİ AŞAMALARI









İnsan gelişimi, çevre ve kalıtım arasındaki sürekli ve karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Kalıtımsal özellikler kısaca biyolojik ön yatkınlıklar olarak tanımlanabilir. Buna göre insan gelişimine yön veren iki temel süreç söz konusudur.

1- Genotip
2- Fenotiptir.

Genotip, anne-babadan kalıtım yoluyla gelen tüm özellikler,
Fenotip ise aile, çevre, okul ve toplum gibi farklı sosyal bağlamlarda toplumsal ilişkiler yoluyla edinilen gözlenebilir tüm kişisel özelliklerdir. Bugün kalıtım ve çevrenin birbirinden ayrılmaz bir bütünlük taşıdığı görüşü kabul edilmektedir.


“Çocukluğun ilk 6 yılı” bireyin gelişiminin temel taşlarını oluşturması, temel bilgi ve becerilerin bu erken gelişim yıllarında kazanılması nedeniyle büyük önem taşır. Kişilik oluşumu yönünden de önem taşıyan ilk 72 ayda çocuk, kendisine uyarıcı bir çevre sunan, sevgi gösteren, ve sağlıklı gelişimini sağlayan anne-babaya gereksinim duyar.

Bu erken gelişim yıllarında temeli atılan beden gelişimi, psiko-sosyal gelişim ve kişilik yapısının, ileri yaşlarda yön değiştirmekten çok aynı yönde gelişme şansı daha yüksektir.

Çocuk gelişiminin kendine özgü dinamikleri olduğu, her gelişim evresinin büyük oranda daha önceki evreler tarafından belirlendiği gerçektir. Araştırmalar, çocukluk yıllarında kazanılan davranışların yetişkinlikte, bireyin kişilik yapısını, tavır, alışkanlık, inanç ve değer yargılarını büyük ölçüde biçimlendirdiğini ortaya koymaktadır.


Çoğu kez birbiriyle karıştırılan “Büyüme” (Growth) ile “Gelişme” (Development) sözcükleri, gerçekte birbirinden farklı kavramlardır.

Yapısal artışı dile getiren “Büyüme”, bedende gerçekleşen sayısal değişiklikleri içermektedir (kilo, boy artışı gibi). Çocuk, sadece fiziksel olarak büyümekle kalmaz, aynı zamanda onun beyniyle iç organlarının yapı ve büyüklüğünde de değişmeler olur. Beynin gelişimi sonucu, çocukta giderek artan bir öğrenme, anımsama ve muhakeme yeteneği oluşur. Böylelikle fiziksel büyümeye koşut olarak, çocuk zihinsel olarak da gelişir.

Buna karşılık, “Gelişme”, değişikliklerin niceliği yanında niteliğini de içermektedir. Gelişme kavramı, düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi dile getirmektedir. Gelişim, ileriye dönük olup, değişiklikler arasında belirgin bir ilişkiyi de kapsar. Kısaca gelişim, sadece sayısal ölçümlerle açıklanamayan, birçok yapı ve işlevi bütünleştiren karmaşık bir olgudur. Bu bütünleşme nedeniyle, gelişimin her evresi kendinden bir sonraki evreyi doğrudan etkiler.



GELİŞİMİN TEMEL İLKELERİ

Gelişim süreci içinde tüm çocuklar aynı gelişim yolunu izlerler. Çocuk koşmadan önce yürür, yürümeden önce emekler. Ancak çocukların gelişim hızlarıyla bu davranışları başarmak üzere geçirdikleri sürenin bireyden bireye değiştiği görülür. Bazı çocuklar, diğerlerine oranla daha hızlı gelişirler.

Gelişimdeki 6 temel kavram şöyle özetlenebilir:


1. Gelişim, dinamik bir olgudur. Gelişim yaşam boyu sürer. Gelişim belli aşamalara bölünmüş ve her biri, önceki aşamaların birikimlerine dayalı olarak oluşan bir süreç içinde gerçekleşir.


2. Gelişim, genetik ve çevresel değişkenlerin karşılıklı etkileşimlerinin ürünüdür. Örneğin, kalıtsal zeka potansiyelinin uygun eğitim yaşantılarıyla desteklenmemesi halinde, yeterince gelişmediği bilinmektedir.


3. Gelişim, giderek artan bir özelleşme sürecidir. Gelişim genelden özele, bütünden parçaya doğrudur. Örneğin, çocuklar belli bir gelişim aşamasında, sadece ellerini bir bütün olarak kullanırken, ince kasların gelişimi ile parmaklarını kullanmaya başlamaktadır.


4. Gelişimde denge vardır. Gelişim özellikleri ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Gelişim alanları karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedir. Örneğin, çocuğun zihinsel gelişimi dil gelişimini hem etkilemekte hem de ondan etkilenmektedir.


5. Gelişim, ard arda görülen, düzenli bir süreçtir. Gelişimin kritik dönemleri vardır.


6. Gelişim bireysel farklılık gösterir.


GELİŞİMİN TEMEL ALANLARI

Çocukların gelişimi değerlendirilirken bireyi oluşturan değişik alanlar olarak ele alnır. Bu temel gelişim alanları şunlardır:
1. Bedensel gelişim,
2. Bilişsel gelişim,
3. Motor gelişim,
4. Dil gelişimi,
5. Duygusal gelişim,
6. Sosyal gelişim.


A. BEDENSEL GELİŞİM

Çocuğun gelişimini bir bütün olarak kavrayabilmek için psikolojik olduğu kadar fizyolojik gelişimi de bilmek gerekir. Çünkü, fiziksel gelişim, çocuğun davranışını hem doğrudan, hem de dolaylı olarak etkiler. Doğrudan etkiler, çünkü bedensel gelişim, çocuğun neler “yapabileceğini” belirler. Örneğin, yaşlarına göre sağlıklı bir gelişme gösteren çocuklar, oyun ve spor faaliyetlerinde akranlarıyla eşit koşullarda yarışırlar. İyi gelişmemiş çocuksa, bu yarışmalarda elverişsiz durumu nedeniyle geri kalır ve gruptan atılır.


Fiziksel gelişme, davranışı dolaylı olarak etkiler, çünkü çocuğun kendine ve diğerlerine karşı tutumu bedensel gelişiminin de etkisi altındadır. Bu tutumlar çocuğun gösterdiği uyumlara yansır. Örneğin, şişman bir çocuk kısa sürede kendisinden ince olanlara ayak uyduramadığını farkeder. Bu da çoğunlukla çocuğun kişisel yetersizlik duygusuna kapılmasına yol açar. Buna ek olarak, eğer akranları kendisiyle yavaş davrandığı için oynamayı istemezler ve de çeşitli adlar takarak alay ederlerse, çocuksa aşağılık duygusu gelişebilir. Bu tür duygular çocuğun kişilik gelişiminde çok önemli rol oynarlar.


Çocuklarda bedensel gelişim, “dönemsel”bir süreçtir. Bunun anlamı, fiziksel gelişimin düzenli bir hızla değil, belli dönemlerde, yüzlerde (fazlarda) ya da farklı hız derecelerine sahip “dalgalar” halinde gerçekleşmesi, yani bazen hızlı, bazen yavaş olmasıdır.

Büyüme konusundaki araştırmalar, çocuklarda iki yavaş, iki hızlı olmak üzere dört belirgin büyüme dönemi olduğunu göstermiştir. Doğum öncesi ve doğum sonrasının ilk 6 ayı büyüme hızı yüksektir.

Yaşamın birinci yılının sonunda büyüme yavaşlar bu bunu ergenliğe ya da cinsel olgunluğa kadar süregelen düzenli, fakat yavaş bir gelişim izler. Bu büyüme evresi 8-12 yaşları arasında görülür. Bu evrede 15-16 yaşlarına kadar olan dönemdeki hızlı gelişim "ergenlik fışkırması” olarak nitelenebilir. Bu dönemi olgunlaşma zirvesine kadar dikleşerek süregelen büyüme evresi izler. Bu dördüncü büyüme evresindeki boy uzunluğunun ileri yaşlarda da aynı kalmasına karşılık ağırlık artabilir.


Büyüme dönemlerini şu ortak faktörler etkiler:


Uyum zorlukları: Hızlı büyüme dönemlerinin sürekli değişkenliğine uyum sağlayabilmek, duygusal yönden rahatsız edicidir. Yavaş büyüme dönemlerindeyse, uyum sağlamak çok daha kolaydır.


Enerji düzeyi: Hızlı büyüme, enerji tüketici olduğundan, bu dönemlerde çocuklar çabuk yorulurlar. Bu da onları huysuz ve tedirgin yapabilir. Yavaş büyüme dönemlerindeyse, çocuğa oyun ve diğer faaliyetler için daha çok enerji kalır ve çocuk daha neşeli, birlikte yaşanması daha kolay bir davranış içine girer.


Beslenme gereksinmeleri: Yaşamın ilk iki ya da üç ayında ve ergenlik döneminde hızlı büyüme nedeniyle beslenme gereksinimleri en üst düzeye ulaşır. Büyüme gereksinimlerine göre yeterli miktarda ve gerekli türde gıdalarla beslenemeyen çocuklar, yorgun ve huysuz olurlar. Oyuna ve okul ödevlerine az ilgi duyan bu çocukların sosyal uyumları da genellikle bozuktur.


Isı dengesinin sürdürülmesi:Yavaş büyüme dönemlerinde beden genellikle ısı dengesini korur. Hızlı büyüme dönemlerindeyse bu denge bozulduğundan, çocuk iştahsızlık, genel olarak bitkinlik, huysuzluk ve anti-sosyal davranış gösterebilir.


Beceriksizlik: Hızlı büyüme dönemlerinde çocuk beceriksizce davranır. Daha önce hareketleri düzgün ve iyi olan çocuk, bu dönemde hantallaşabilir ve sık sık tökezler. Büyüme yavaşladığındaysa, bu beceriksizlik iyi bir motor davranışla yer değiştirir.


B. BİLİŞSEL GELİŞİM

Piaget ve arkadaşları, çocuğun doğumdan ergenliğe kadar olan bilişsel gelişmesini ayırtılı araştırmalarla incelemişler ve bazı kavramlarla algıların doğuştan itibaren kazanılmış olabileceğini belirlemişlerdir. Piaget, bebeklik dönemin çocukların, objelerin devamlı olduklarını, değişmezliklerini bile düşünemezken, zamanla biçim ve büyüklük kavramlarını tanımaya başladıklarını söylemektedir.


Biliş (cognition) sözcüğü, dünyamızı öğrenmeyi ve anlamayı içeren zihinsel faaliyetler anlamına gelir. Biliş sözcüğü, şu süreçleri kapsar.


Algılama: Gerek iç, gerekse dış dünyadan edinilen bilgilerin yorumlanması, organize edilmesi ve yeniden bulunmasıdır.


Bellek: Algılanan bilginin bulunup getirilmesi ve depo edilmesidir.


Yargılama: Bilgiyi belirli bir anlam çıkarma ve sonuca varma amacıyla kullanılabilmesidir.


Düşünme: Bilginin ve çözümlerin nitelikçe değerlendirilmesidir.


Kavrama: Bilginin iki yada daha fazla kısımları arasındaki yeni ilişkileri tanıyabilmedir.


Zihinsel gelişme, uyum ile özümleme arasındaki gerilimin giderilmesini, yeni durumlarda eski tepkilerin kullanılmasından kaynaklanan çatışmayı, yeni problemlere uyabilmek için yeni tepkiler kazanabilmeyi içerir.


C. MOTOR GELİŞİM (Hareketle İlgili Gelişim)

Hareket anlamına gelen motor gelişimde belirgin aşamalar vardır. Örneğin, bebek tek başına oturmadan önce başını kaldırmayı, emeklemeden ve yürümeden önce de oturmayı öğrenir. Bu gelişim biçimi her çocuk için geçerlidir.

Hemen her çocuk normal koşullarda bu gelişim aşamalarından aynı yaşlarda geçer.


Araştırmalar, motor gelişiminin en az üç genel kurala göre gerçekleştiğini ortaya koymuştur:


1. Sephalokaudal gelişim (baştan ayağa doğru gelişim): Bu gelişimin anlamı, motor yeteneğin baştan ayak tırnağına doğru gerçekleşmesidir.


2. Proksimodistal gelişim (Merkezden dışa doğru gelişim): Bu gelişimin anlamı, motor yeteneğin merkezi bir eksenden başlayarak bedenin uç kısımlarına doğru gerçekleşmesidir.


3. Bütünden özel hareket gelişimine geçiş: Motor gelişimde (yürüme, elle tutma gibi) belirgin bir sırasın izlendiği görülür. Başlangıçta bebeğin ilk hareketleri bütünsel ve farklılaşmamıştır. Örneğin, bebek önceleri önünde duran objeyi avucunun tümünü kullanarak yakalamaya çalışır.

Bebeğin özel tepkide bulunabilme yeteneğinin zamanla başladığı görülür. Parmakların, özellikle başparmağın faaliyeti bir yaşından önce görülmez. Burada sinir sisteminin, özellikle beynin gelişip olgunlaşmasının rolü büyüktür.


D. DİL GELİŞİMİ

Dil, insanların birbirlerine bilgi, düşünce ve eğilimlerini aktarabilmelerinin yanı sıra, fikirlerini düzenleyebilmelerine ve duygularını ifade edebilmelerine olanak hazırlar. Herkes doğrudan kendi yaşantısı yoluyla öğrendiğinden çok daha fazlasını dil yoluyla öğrenir. Dil aynı zamanda düşünme, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi bilişsel süreçleri de içermektedir.


Dil, çocuğu egosundan uzaklaştırıp, onun sosyal bir kişi olmasını sağlayan, kendisini kontrol ve takip ettirebilen, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını yavaş yavaş öğretebilen ve kendini güvenli hissetmesine yardım eden bir davranıştır.


Tüm kültürlerdeki çocukların hemen hepsi ilk sözcüklerini olarak 12-18 ay dolaylarında söylerler. Dört yaşına geldiklerinde çoğunluğu iyi düzenlenmiş cümleler kurarlar. Hattı zaman zaman düşüncelerini sürpriz sayılacak kadar karmaşık cümlelerle ifade edebilirler. Bu da 1 yaşından 6 yaşına kadar çocuğun sözcük dağarcığına her gün 5-8 sözcüğün eklenmesi anlamını taşır.


Dil yeteneğinin gelişimi de, diğer gelişim yüzlerinde olduğu gibi, düzenli bir sıra izler. Çocuklar üzerinde yapılan dil gelişimi araştırmaları, konuşmanın ilk öğrenildiği dönemlerde hemen tüm dünya çocuklarının temelde aynı gramer kurallarını kullandıklarını ortaya koymuştur.


E. DUYGUSAL (Emotional) GELİŞİM

“Emotion” (emosyon) sözcüğü, Latincedeki harekete geçirmek anlamına gelen “emover” kökünden gelmektedir. Bebek bazı duygusal davranış biçimleriyle birlikte dünyaya gelmez. Tutumlar ve duygular zamanla oluşur, kazanılır.


Çocukların heyecanları konusunda yapılan çalışmalar, onlardaki duygusal gelişimin hem olgunlaşma, hem de öğrenme sonucu oluştuğunu, bunlardan hiç birinin tek başına etkili olmadığını ortaya koymaktadır.


F.SOSYAL GELİŞİM

İnsan, biyo-kültürel ve sosyal bir varlıktır. Kültürel koşullar içinde sosyal ilişkiler, hem toplumun, hem kültürün hem de bireyin yapısını etkiler. Bireyin tüm yaşamı çevresine uyum sağlama çabası içinde geçer. Bu uyum çabası doğumdan başlayarak bir gelişim göstermektedir.


Toplumsal beklentilere uygunluk gösteren, kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanabilen sosyal gelişme, geniş anlamda bireyin doğumuyla başlayan bir evreyi, dar anlamda ise günlük davranış gelişimini kapsar.


Daha yaygın bir tanımla, sosyal gelişme (toplumsal gelişim), kişinin sosyal uyarıcıya, özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluklarına karşı duyarlık geliştirmesi, grubun ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi, onları gibi davranabilmesidir.


KORUYUCU ETMENLER

Çocuk ruh sağlığını koruyucu önlemleri üç aşamada incelemek mümkündür: Birinci derecede koruyucu önlemlerin amacı çocuk ruh sağlığı bozukluklarının görülmesini azaltmaktır. İkinci derecede koruyucu önlemlerin amacı ise çocuklardaki ruhsal bozuklukların tedavisiyle bu sürenin azaltılmasıdır. Üçüncü derecede koruyucu önlemler çocuklardaki ruhsal bozuklukların meydana getirdiği yeti yitimlerinin rehabilitasyon etkinlikleriyle azaltmaktır.


Çocuk ruhsal bozukluklarına neden olan bazı etmenlerin doğum öncesinde tanınması birinci derecede koruyucu önlemler yönünden son derecede önemlidir. Bunun için bazı yöntemler kullanılır. Örneğin, ultrasonografi fetustaki hidrosefali ve mikrosefali gibi beyin patolojilerini; Down sendromu, tuberoskleroz gibi kalıtımsal bozuklukları; beyinin gelişmesindeki ciddi eksiklikleri gösterebilir. Amniyosentez de fetal kromozom kısalığının olup olmadığının, metabolizma hastalıklarının, DNA patolojilerinin saptanması için yapılır. Korionik villus örnekleri, örneğin zeka geriliğinde, fetal karyotipin ve enzim eksikliklerinin saptanması amacıyla uygulanabilir bir yöntemdir. Nadiren fetusun dış yapısını doğrudan gözlenmesi ve bazı dokulardan örnek alınması yöntemi olan fetoskopi de erken tanı yöntemleri arasında sayılabilir.


Çocuk ruh sağlığında risk kavramından da söz etmek gerekir. Risk, bir kişinin bir özel bozukluğa artmış olan eğilimini anlatır. Ancak, bir risk etmeninin belirlenmesi kesin olarak ilgili bozukluğa neden olacağı anlamına gelmeyebilir. Yaşamı etkileyen başka nedenleri de gözden geçirmek gerekir. Örneğin, gebenin ilk üç ayda geçirdiği kızamıkçık infeksiyonu bebeğin büyük oranda mental retardasyonlu olmasında önemli bir etkendir.

Prematüre doğmuş olan bir bebekte de mental retardasyon olması olasılığı vardır. Ancak her prematüre bebek ilk örnek kadar güçlü bir risk etmeni değildir. Yani bazı etmenler bebeklerde ve çocuklarda risk etmeni olmasına rağmen yüksek risk değişkeni olacağı anlamına gelmez. Çocuk ruh sağlığında risk oldukça düşük olduğunda bile bir bozuklukla anlamlı ilişki bulanabilir. Bir risk etmenine sahip olanların bir risk etmenine sahip olmayanlara oranı göreceli risk olarak tanımlanır. Yukarıdaki örneğe göre kızamıkçık infeksiyonunda göreceli risk yüksek, prematüre doğumda düşüktür.

Çocuk ruh sağlığında bazen çok etmenli bozukluklara rastlanır. Böyle durumlarda risk yüklemenin doğru olarak tanımlanması her zaman olası değildir. Fakat bazı gelişimsel bozukluklarda, örneğin, 38 yaşından yukarıda doğum yapan kadınların bebeklerinde Down sendromu riskinin yüksek olduğu tahmini yapılabilir. Buna göre risk yükleme, risk etmeni olan veya olmayan bir bozukluğun insidensi arasındaki farkı ve varsa risk etmeninin tamamen ortadan kaldırıldığı durumlardaki bir bozukluğun görülme olasılığıdır. Koruyucu etmenler, bir bozukluğun görülme sıklığının azaltılmasını amaçlar. Örneğin, fenilketonüride fenilalaninden fakir mamalarla bebeğin beslenmesi zihinsel özürlü olma olasılığını azaltır.


Ruhsal bozuklukların oluş nedenleri arasında iki ana görüş üzerinde durulur: 1- Organik, 2- Psikososyal. Bunlara çocuk ruhsal bozuklukları arasından örnekler vermek gerekirse mental retardasyon çoğunlukla organik etmenlere bağlıdır. Psikososyal etmenlere bağlı bir örnek ise okul korkusu ve ayrılma kaygısı bozukluğudur. Bundan anlatmak istediğimiz mental retardasyonda beyin işlevini bozan çeşitli nedenlerin olduğudur. Ancak, okul korkusu ve ayrılma kaygısında daha çok anne-çocuk-çevre ilişkisine dayalı sorunlara bağlı psikodinamik etkenler rol oynar. Tıp personelinin çocuklarda ortaya çıkan ruhsal bozuklukları değerlendirmelerinde her iki görüşü de göz önünde bulundurmaları gerekir. Buna bütüncül yaklaşım denir.


NORMALLİK-ANORMALLİK

Bozukluk bir anormallik olduğuna göre bununla ne demek istiyoruz?
Bunu normallikten hangi ölçütler ile ayırabiliriz? Bunun için aşağıdaki tanımları gözden geçirmek gerekir.


a- İstatistiksel normlardan sapma: Anormal kelimesinin anlamı normdan ayrılma demektir. Boy, ağırlık ve zeka gibi birçok karakteristik özellikler bir toplumda ölçüldüğünde çeşitli değerler elde edilir. Birçok insan boy uzunluğunu orta değerleri içindeyken birazı normalden fazla uzun veya normalden fazla kısadır. Bu örnek gibi anormalliğin tanımı istatistiksel sıklığa dayanır. Ancak bu tanıma göre, ileri derecede zeki veya ileri derecede mutlu olan bir kişi anormal olarak sınıflandırılacaktır. Bundan dolayı, anormalliği tanımlarken istatistiksel sıklıktan daha ileri düşünmemiz gerekir.


b- Sosyal normlardan sapma: Her toplumun kabul edilebilir davranış için çeşitli standartları veya normları vardır. Bu normlardan belirgin bir şekilde sapma gösteren davranış anormal olarak kabul edilir. Çoğunluk böyle davranış o toplumda istatistiksel olarak da sıktır. Bir toplum tarafından normal kabul edilen bir davranış diğer bir toplum tarafından anormal kabul edilebilir. Ayrıca anormallik kavramı zaman içinde aynı toplum tarafından değişikliğe uğrayarak normal kabul edilebilir.


c- Davranış uyumsuzluğu: Anormal davranışı istatistiksel veya sosyal normlardan sapma olarak tanımlamaktan başka toplumsal alanda çalışan birçok araştırıcı en önemli ölçütün davranışın kişinin veya sosyal grubun sağlığını ve mutluluğunu nasıl etkilediğine bakılması gerektiği düşüncesindedir. Bu ölçüte göre, davranış eğer uyumsuzsa anormaldir. Kalabalıktan korktuğu için otobüse binemeyen bir kişide olduğu gibi bazı davranış sapmaları kişinin sağlığını bu uyumsuz davranış ile etkilendiğini gösterir. Saldırgan bir biçimde patlamaları olan bir ergen örneğinde olduğu gibi bazı davranış uyumsuzlukları da zararlı olabilir. Eğer biz uyumsuzluk ölçütünü kullanırsak bütün bu davranışlar anormal olarak kabul edilebilir.


d- Kişisel sıkıntılar: Anormalliğe açıklayan dördüncü ölçüt kişinin davranışından daha çok kişinin öznel sıkıntı hissetmesi ile ilgilidir. Birçok insan kaygılı, depresif veya ajite olabilir. Uykusuzluktan, iştah azlığından ve ağrılardan yakınabilir. Bazen kişisel sıkıntı hissetme anormal bir durumun tek belirtisi olabilir.

Bu tanımlardan hiçbiri anormalliği tek başına açıklayan doyurucu bir anlatım değildir. Çoğu kez dört ölçüt de anormalliğin tanımlanmasında dikkate alınır.


Normalliğin tanımlanması anormalliğin tanımlanmasından daha güçtür. Birçok araştırıcı aşağıdaki niteliklerin duygusal yönden sağlıklı oluşa işaret ettiğinde birleşir. Bu özellikler ruhsal yönden sağlıklı olmayla hasta olma arasında çarpıcı farklara işaret etmez. Bu özellikler daha çok normal kişinin büyük ölçüde sahip olduğu özelliklerdir.


a- Gerçeğin iyi algılanması: Normal kişiler tepkilerini değerlendirmede ve çevrelerinde olup biteni yorumlamada oldukça gerçekçidirler. Bu kişiler başkalarının söylediklerini veya yaptıklarını yanlış olarak algılamazlar. Normal kişiler yeteneklerinin sınırını bilirler.


b- Kendilik hakkında bilgi sahibi olma: İyi uyumlu insanlar kendi güdülerinin ve duygularının farkındadır. Ancak hiç birimiz duygularını ve davranışlarınızı tam olarak anlayamayız. Normal insanlar ruhsal yönden hasta tanısı alanlardan daha iyi bir şekilde kendilerinin farkındadır.


c- Davranışın istemli kontrol altında bulundurulması yeteneği: Normal kişiler davranışlarını kontrol yeteneği hakkında oldukça güvenlidirler. Nadiren dürtüsel hareket ederler. Normal insanlar da sosyal normlara karşı gelebilir. Fakat bu durum dürtülerin kontrol edilmemesi sonucundan daha çok istemli karar verme ile ilgilidir.


d- Kendilik saygısı ve onay: İyi uyumlu insanlar kendilik değerlerinin farkındadır ve çevre tarafından onaylandığını hisseder. Diğer insanlarla ilişkileri rahattır ve sosyal ortamlarda kendiliğinden etkileşimde bulunurlar. Değersizlik duyguları ve kabullenememe anormal olan kişilerde daha sık görülür.


e- Sevgi dolu ilişkiler kurma yeteneği: Normal kişiler diğer insanlarla yakın ve doyurucu ilişkiler kurarlar. Diğer kişilerin hislerine duyarlıdırlar ve kendi gereksinimleri için diğer kişilerden aşırı isteklerde bulunmazlar. Ruhsal hastalığı olan kişiler ise, sıklıkla kendi güvenliklerini koruma çabasındadır ve ileri derecede ben-merkezci olurlar. Kendi hisleri ve çabaları ile uğraşırlar, sevgi ararlar fakat karşılık veremezler. Bazen yakın olmaktan korkarlar, çünkü geçmişteki ilişkileri yıkıcı niteliktedir.


f- Üretkenlik: İyi uyumlu insanlar yeteneklerini üretken etkinliklere çevirebilir. Yaşam hakkında heveslidirler ve kendilerini günün gereksinimlerini karşılamada baskı altında tutmazlar. Enerjinin süregen biçimde yokluğu veya ileri derecede duyarlı olma, sıklıkla çözülmemiş sorunlar sonucu ortaya çıkan ruhsal yönden iyi olamama belirtileridir.

KAYNAK

17 Eylül 2009 Perşembe

ÇOCUK VE SATRANÇ

J. Piaget'e göre zihin gelişiminin 4 dönemi şunlardır:

1. DUYUSAL DEVİNİM ( Sensory motor)
2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM
2-7 yaşları kapsar. Bu dönemin en büyük özelliği, çocuğun benmerkezci bir düşünce yapısına sahip olmasıdır. Bu görüş .ocuğun adalet anlayışına yansır. Çocuk koşullara değil sonuca göre karar verir. İşlem öncesi çocuk korunumu kavramakta güçlük çeker. Soyut kavramları da anlayamaz. Hayal dünyaları geniştir.
3. SOMUT İŞLEM DÖNEMİ
7-12 yaş arası dönemi kapsar. Bu dönemde sıralama, sınıflandırma, karşılaştırma işlemleri için şemalar geliştirirler. Bu dönemdeki çocuklar " adalet" ve "özgürlük" gibi kavramları konuşmaları sırasında kullanabilmelerine karşın, içerikleri kavrama da sorunları vardır. Geleceğe yönelik hipotezler kuramazlar. Satranç ile tanışma yaşı kabul edilebilir.
4. SOYUT İŞLEM DÖNEMİ

Bu bilgiler ışığında çocukların satranca öğrenme çağı ile 6-7 yaşlarında başlaması ancak yarışmalara ise soyut işlem dönemine yaklaştığı 9-10 yaşlarında katılması tavsiye edilmelidir.

kaynak




Başarı hemen herkesin ulaşmak istediği bir hedeftir. Çocuklar da başarıya hemen ve kolay yoldan ulaşmak isterler. Oysa başarı, insanlara sunulan bir lütuf değildir. Ardında azim, fedâkârlık, sabır, planlı çalışma ve tüm bunların yapıldığı bir süreç, kısacası bir bedel vardır. Yani bir bedel karşılığında alınmıştır. Başarının bedeli önceden ödenmiştir. Başarısızlığın bedeli ise sonradan ödenir. Başarısızlığı bazıları için cazip kılan da budur. Yaşamın cilvelerinden diye tanımlanabilen şansın ve rastlantıların önemli etkilerine rağmen, bedel ile başarı arasında doğru orantı olduğunu söylemek mümkündür. Bu satrançta da böyledir. Hiçbir oyun, satrançta olduğu gibi, başarıyı dünya ölçeğinde kıyaslamalı olarak rakamlarla ifade edemez. Çocuk çalışıp oyunculuğunu ilerlettikçe, gerek ulusal (UKD) gerek uluslararası (ELO) kuvvet dereceleri artar. Çocuk, bedelini ödediği sürece başarı merdivenlerine tırmandığını görecek ve tüm başarı öykülerinin ardında bir bedel olduğu gerçeğini öğrenecektir.
Olgun Kulaç

kaynak



SATRANCIN

Sistematik olarak çalışılması çocukların eğitim başarılarını artırmaktadır.

Satranç aynı zamanda şunların gelişimine de yardım eder:

1. Konsantrasyon

2. Disiplin

3. Mantıksal Düşünce

4. Planlanma

5. Hesaplama

6. Göz - beyin koordinasyonu

7. Okuma yetenekleri

8. Farkındalık

9. Kişinin davranışlarının sorumluluğunu alması

10. Sportmenlik

11. Görgü

12. Takım ruhu

13. Özgüven

14. Motivasyon

15. Araştırma yetenekleri

16. Estetik yargı

17. Başarının ve başarısızlığın kabulü


kaynak

20 Temmuz 2009 Pazartesi

PİYANO EĞİTİMİNE NE ZAMAN BAŞLAMALI?


Doğadaki tüm güzelliklerin davetine açık olan çocukların, kişiliklerinin şekillenmeye başladığı yıllarda tanışacakları farklı sanat etkinliklerinden olumlu olarak etkilendikleri açıktır. Tüm bu sanat dalları arasında hiç kuşkusuz, müziğin ayrıcalıklı bir yeri vadır. Çocukların fiziksel, bilişsel ve sosyal gelişimleri için eğitimciler, erken yaşta edinilen olumlu müzikal deneyimlerin önemini vurgulamaktadırlar.

Her birey, her yaşta piyano dersi alabilir. Ancak, dört yaşında, doğru eğitimle bu işe başlayan ve yıllarca düzenli çalışabilecek olan bir çocukla, kırk dört yaşında bu işe başlayan bir kimseden beklentiler farklı olacaktır. Ancak, müziği ve piyanoyu hayata bir artı olarak almak, ortak noktalarıdır ve herşeyin çok maddesel ve acımasız olduğu dünyamızda, bu da az bir kazanç değildir.

Piyanoya başlamak için ideal yaş, 4-6 olarak kabul edilmektedir ancak bu küçük yaş, özel pedagojik yöntemler ve anlayışlar gerektirmektedir. Bu yaş çocuğu, pek çok avantaja sahip olmakla beraber, kendi farklı dünyasında yaşamakta ve öğretmenin, kullandığı yöntemlerle “o dünyaya girmesine” gereksinim duymaktadır. Onu oradan alıp, daha sonra, okul çağında karşılaşacağı ve biz yetişkinlerin çok sevdiği “sorumluluklar” dünyasına çıkarttığınızda, sonuç başarısızlık ve hatta “soğuma” olabilir ki bu da istenmeyen bir şeydir. Klasik piyano eğitim yöntemleri, bu yaş grubunda çocuğa soğuk, itici ve sıkıcı gelebilir. Öncelikli amaç müziği sevdirmek olduğu için, bu dönemde ona, yaşına uygun pedagojik yöntemle yaklaşabilecek eğitimcilere ulaşılamıyorsa (ki ülkemizde sayıları azdır), zorlayıcı bir çalgı eğitimi yerine, diğer çocuklarla birlikte alabileceği temel müzik eğitimi aktivitelerine katılması daha doğru olacaktır. Bu şekilde müzikle tanışan ve temel yetileri kazanan çocuklar içinden, öğretmeninin gözetiminde piyanoya uygun olduğu düşünülenler, çalgıya herhangi bir travma yaşamadan geçirilebilirler. Hepimizin çevresinde, piyanoya küçük yaşta başlamış ve bundan nefret ederek bırakmış kimseler vardır ki bu, olabilecek en kötü sonuçtur. Bu eğitimin her aşaması, bu sonuçtan uzak durmaya yönelik olmalıdır. Unutmayalım, çocuk, müzik aktivitesine açıktır; onu bundan nefret ettiren etmenler, genelde, ondan değil, onun çevresinde şekillenen başarısız müzik eğitimi ortamından kaynaklanmaktadır.

Ülkemizde daima ihmal edilen sistemli ve kapsamlı müzik eğitimi, doğru şekillerde çocuklarımıza sunulamadığı için, fiziksel ve ruhsal gelişimlerinde önemli bir destekten yoksun kalınmaktadır. Burada, fen bilimleri ve yabancı dil gibi derslerin çok önemli olduğunu bilen ve sanat aktivitelerinin çocuğu “derslerinden alıkoyacağını” düşünen anne-babaların da, bilgi eksikliğinden kaynaklanan hataları vardır.

Tüm sanatsal aktivitelerin çocuklar üzerindeki olumlu etkilerini kabul etmekle birlikte, piyanonun sahip olduğu özel yeri vurgulamakta yarar vardır. Bazı araştırmalarda, piyano klavyesinin yapısının, insan bilincinin işleyiş tarzına uygun olduğu ve tüm diğer müzik aktivitelerinin getireceği fiziksel – duygusal yararları sağladığı gibi, beynin mantıksal işleyiş kapasitesini de arttırdığı iddia edilmektedir. Piyano öğrenen çocuk, gözleriyle, iki farklı sıralanışta yazılmış (genellikle bu böyledir – iki farklı dizek üstüne yazılan ve farklı referanslara göre (sol ve fa anahtarları) sıralanan) notaları okur. İlerlemiş bir öğrenci, bu iki sıranın dışında, araya yazılan nota partilerini de görüp çalmak zorundadır. Bazen, iki elin sınırları zorlanarak, dört hatta beş ayrı ezgi partisini, sadece iki elle çalmak zorunda kalabilir. Tüm bedenini, ama özellikle omuzdan itibaren üst kolunu, ön kolunu, bileklerini ve parmaklarını koordine eder, ayrıca iki ayağıyla da pedalları kullanır. Bu, beynin koordine ettiği oldukça karmaşık bir aktivitedir ki piyanonun getirdiği tüm duygusal ve estetik kazanımlar bir yana, başlı başına çok önemli bir noktadır ve hiç de kolay değildir; yıllar süren ve adım adım ilerlenen bir süreç gerektirir.


KAYNAK


Zoltan Kodally "Çocuğun eğitimi annesinin doğumundan dokuz ay önce başlar "der. Birey yedi yaşına geldiğinde eğitiminin ve dolayısı ile kişiliğinin % 60-70'ini tamamlamıştır. Bu yaşta bir de okulla tanışır ve 24 saatlik programı içinde öncelikleri oluşur. Bu önceliklerinin arasında çalgı eğitimine yer açıp onu araya sıkıştırmak her çocukta kolay olamaz. Mümkün olduğunca örneğin 3-4 yaş gibi, beğeni ve istekleri tam şeklini almadan, bu önceliklerinin arasına çalgı eğitimini yerleştirmek daha sonraki yıllara oranla kolay olacaktır.Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta mümkün olduğunca okul ve çalgı eğitimini aynı yıl başlatmamaktır.Yaş küçüldükçe, ders süreleri kısa tutulmalı ve oyun görünümlü çalışmalar artırılmalıdır. Doğru öğretmen seçimi çocuğun derse olan ilgi ve sevgisini doğrudan etkileyeceği için önceleri hevesle iyi gittiği halde sonradan derse karşı yaşanacak ilgisizlik ve başarısızlık irdelenmeli, öğrenci hemen yeteneksizlik duygusuna terk edilerek dersler bırakılmamalıdır. Böyle erken bir karar, bireyin yaşamında sıkıntı duyulan konuları araştırıp problemi çözmek yerine, ilk problemde programı terk etme gibi kolaycı ve sonuca ulaşmayı engelleyen bir alışkanlık doğurur. Çok önemli bir engel olmadığı sürece gelişigüzel ders iptalleri yaşanmamalı. Bu, öğrencide, daha cazip seçenekler karşısında devam gerektiren işleri hemen iptal edebileceği duygusunu ve alışkanlığını yaratır.


KAYNAK


7 Temmuz 2009 Salı

OKULDA İLK GÜN(3 YAŞ 8 AYLIK)




MİNİK TOSBAA'M ANAOKULUNDA İLK GÜN SENDROMU YAŞAMADI...
okula bıraktıktan sonra 20-30 dakika arası bekliyorum ama maşallah ne arayan var ne soran :))
Tabi bundan rahatsız olduğum söylenemez...

14 Mayıs 2009 Perşembe

3-5 YAŞ ARASINDA İNATÇILIK



Bu günlerde(3,5 yaş) bir inatçılık başladı minik tosbaa'mda. Bir başına buyrukluk, bir hayır istemiyorumculuk , bir sen benim sözümü dinlemedincilik ki hiç sormayın. Henüz kıyafet seçimine yansımadı ama yemek konusunda ısrara hiç gelemiyor tosbaa.

Bu dönemi yaşayan ya da yaşayacak annelerin varlığı içime biraz su serpti. Daha sakin ve huzurlu bir döneme geçeceğimiz o anı merakla ve sükunetle bekliyorum.

KAYNAK

Çocuklarda 3-5 yaşları arasında inatçılık dönemi başlar.

O yaşa kadar yönlendirilebilen çocuk, başkaldıran,ters,huysuz,dayanılmaz biri olur.

Herşeyi reddeder, kendi bildiğini yapmak ister,ebeveynlerin isteklerine öfke ile karşı koyar.

Kızlarda biraz daha erken olmak üzere 3-4 yaşlarında ortaya çıkan inatçı davranışlar,aslında normal bir gelişim olarak kabul edilir.

Bu yaşta çocuk ilk defa kendini yetişkinlerden, özellikle annesinden ayrı bir varlık olarak görmeye başlar.

Çocuğun gelişiminde yeni bir devre başladığı için aslında tabii ve sevinilecek bir durumdur.

Bu süre içinde çocuk her şeyi kendi yapmak ister.

İstediği gibi davranmasına engel olunmamasını ister.

Bunun sağlanmaması halinde inatçı olur.

İnatçı çocuklara nasıl davranmalı?

İnatçılığa karşı alınacak en uygun tedbir çocuğu kendi haline bırakmaktır.

Fakat bu kendi halinebırakma anlayışı,çocuğun her istediğini yapmasına göz yummak,yani onun yetişkinlere ve otoriteye karşıçıkmasına müsamaha göstermek anlamına gelmemelidir.

İnatçı bir çocuğa inatçı bir yaklaşım göstermenindoğru sonuçlar doğurmayacağını bilmek gerekir.

İnatçı çocuğu,arkadaşlarıyla oyun oynamaya yöneltmekve oyun alanını genişleterek ilgisini değişik şeyler üzerine yöneltmek de faydalıdır.

Derleyen Ümmühan KUMKALE

Sosyal Çalışmacı

5 Mayıs 2009 Salı

PİYANO EĞİTİMİNE KAÇ YAŞINDA BAŞLANMALI?


Klasik piyano eğitimi için en küçük başlama yaşı 8 dir. Öğrencinin okula başlamış, okuma yazmayı sökmüş, öğretmen, öğrenci ilişkisini, ders ve ödev sorumluluğunu kavramış olması gerekir.

Genellikle anneler, babalar çocukları 5-6 yaşlarındayken acaba çocuğumuzun müzik kabiliyeti var mıdır, eğer ders aldırmaz isek çocuğumuzun geleceği ile oynamış olur muyuz gibi endişelere kapılmakta olup bu konuda bir çok başvurular almaktayız. Daha önceki deneyim ve tecrübelerimizden de edindiğimiz sonuçlara göre hiç endişe etmeye gerek yok. Çünkü küçük yaşlarda aldıracağınız eğitim pek bir yarar sağlamayacağı gibi çocuğunuzun da müzikten soğumasına neden olabilecektir.

kaynak

26 Mart 2009 Perşembe

ÇOCUĞUMUN ÖZGÜVEN VE KİŞİLİĞİNİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİM?



KAYNAK

Mine AKVERDİ / Akşam PAZAR EKİ


Dünyaca ünlü Montessori eğitim yöntemi, özel oyunlar, fikirler ve etkinliklerle çocukların özgüvenini, kişiliğini ve becerilerini geliştiriyor. Montessori Vakfı Başkanı Tim Seldin’in Kaknüs Yayınları’nca Türkçe’de yayınlanan ‘Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?’ adlı kitabı yöntemi detaylarıyla anlatıyor.

Çocuklar dünyaya bomboş, tertemiz bir kağıt gibi geliyor. Zaman içinde o kağıda yazılanlar da onların karakterlerini, alışkanlıklarını, yapılarını ve becerilerini şekillendiriyor.

Haliyle onları mutlu ve duyarlı bireyler olarak yetiştirmek çok çetin bir görev. “Her öğretmen anne veya baba olmayabilir ama her anne baba mutlaka bir öğretmendir” diyor eğitimci Tim Seldin. Türkiye’de yeni yayınlanan ‘Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir’ kitabının yazarı olan Seldin, sözlerine şunu da ekliyor: “Anne-baba olarak görevimiz sadece çocukları beslemek, kucaklamak ve korumak değil. Aynı zamanda onlara bağımsız hareket edebilmeyi; kendilerine güvenen, doyuma ulaşmış, başarılı ve mutlu birer yetişkin olmayı öğretmeliyiz.” Peki, bunu nasıl yapacaksınız? Cevap Seldin’in kitabında! ‘Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?’de sunulan bütün o renkli, eğlenceli, öğretici, ilginç, yaratıcı ve faydalı bilgilerin temelini ise 100 yıllık, dünyaca ünlü bir çocuk eğitim yöntemi oluşturuyor: Montessori Metodu.

AMAÇ ÖĞRENME İSTEĞİNİ ARTIRMAK

1900’lü yılların başında çocuk eğitimine yepyeni bir anlayış getirerek dünyada devrim yaratan eğitimci ve bilim kadını Maria Montessori’nin geliştirdiği bu eğitim metodunun temel felsefesi şu: “Eğitimin amacı sadece çocuğa bilgi aktarmak değil, her çocuğun tabiatında zaten var olan keşfetme ve öğrenme isteğini uyandırmaktır!” Metot, çocuğun okula ve öğrenmeye karşı pozitif tutum edinmesini hedefliyor. Bunun yanında her çocuğun kendine güvenini geliştirmesini, konsantrasyonunu artırmasını, doğru ve olumlu alışkanlıklar geliştirmesini ve en önemlisi çocukta kalıcı merakın beslenmesini amaçlıyor. Kendisi de bu metotla büyümüş olan ve şimdi de Montessori Vakfı Başkanlığı’nı yürüten Seldin, yeni kitabı aracılığıyla başarısı kanıtlanmış bu eğitim metodunun tüm püf noktalarını dünyayla paylaşıyor. Kitapta günlük hayatta rahatça uygulanabilecek sayısız yöntem, egzersiz, eğitici ve yaratıcı oyunlar, eğitimde kullanabileceğiniz renkli aksesuarlar tüm detaylarıyla önünüze seriliyor. Çocuk için güvenli ve özgürleştirici ev dekorasyonu, duyuları geliştirecek faaliyetler, ev işlerini, nezaket kurallarını ve öz bakımı öğretecek yöntemler de cabası… Kısacası, Montessori Metodu’nun sunduğu basit ve eğlenceli tavsiyelerle kendi çocuğunuzu bir harika çocuğa dönüştürmeniz hiç zor değil!

Montessori Metodu’nun temeli

Zeka dahilere mahsus değildir. Her çocuk doğuştan zekidir. Küçük yaşta, doğru uyaranlarla, mantık yürütme ve problem çözme yetenekleri geliştirilebilir.


Eğitimde en önemli dönem hayatın ilk 6 yılıdır.

Çocukların ihtiyacı olan şey, kendi kendilerine yetebilme ve bağımsız hareket edebilme becerilerini geliştirebilmektir.

Sınavlar ve yarışlar çocukları iyi eğitmek için etkili yöntemler değildir. Bir çocuk, okulunu güvenli, heyecan verici ve eğlenceli olarak gördüğü zaman çok daha iyi öğrenebilir.

Özsaygı, özgüven ve yetkinlik hissi ile yeni bilgiler öğrenip kendini geliştirme arasında doğrudan bağlantı vardır.

En iyi öğrenme metodu, öğrenilen şeyi tecrübe ederek, günlük yaşamda uygulayarak ve problem çözme becerisi olarak kullanarak öğrenmektir.

Çocuğun öğrenmesinde en kritik dönemler

Montessori’ye göre çoğun öğrenmesinde en kritik dönem 0-6 yaş aralığı. Bu süre zarfında da her konu için farklı bir ideal öğrenme dönemi var. Eğer çocuğunuzun hangi dönemde hangi konulara ilgi duyduğunu ve onu bu alanlarda nasıl eğiteceğinizi bilirseniz zihinsel kapasitesini ve becerilerini artırabilirsiniz. İşte kitaptan birkaç ipucu…

HAREKET DÖNEMİ (0-1 yaş): Bebek nesneleri tutmayı, dönmeyi, emeklemeyi ve yürümeyi bu dönemde öğrenir. Ona mümkün olduğunca fazla hareket özgürlüğü vermek önemlidir. Evinizi ya da çocuk odasını çocuk dostu ve güvenli bir şekilde dekore etmek hem hareket kabiliyetini artıracak hem de özgürce gezip eşyaları inceleyerek keşfetmesini sağlayacaktır.

DİL GELİŞİMİ DÖNEMİ (0-6 yaş): Ona resimli kitaplar okumak, evdeki eşyaların isimlerini öğretmek önemlidir. ‘Şimdi seni kucağıma alıyorum’ gibi yaptıklarınızı açıklayıcı şekilde onunla sürekli konuşarak dil ile davranışlar arasındaki bağlantıyı kurmasını da sağlarsınız.

DUYULAR (2-6 yaş): Duyuların öğrenimi, doğumdan itibaren başlar fakat 2 yaşından itibaren tat alma, duyma, dokunma ve koklama çocuğun daha fazla ilgisini çeker. Bu dönemde çocukların duyularının farkına varmalarını sağlayacak egzersizler yaptırmak önemlidir. Bunun için doğadan faydalanabilirsiniz.

DÜZENLİLİK (2-4 yaş): Bu dönemde çocuklar günlük rutin işleri çok severler. İstikrardan ve tekrarlardan hoşlanırlar. Ona su doldurmak, masa kurmak, düğme iliklemek gibi basit işler vererek hem kendi öz bakımını hem de ev işlerini öğretebilirsiniz. Kendi işini görebilme becerisini kazandırmak, ona özgüven ve bağımsızlık aşılar.

MÜZİK (2-6 yaş): Müzik, çocuğun günlük hayatının bir parçası olduğunda, çocuğunuzun ritim ve melodi gelişimine bu dönemde kendiliğinden ilgi gösterdiğini fark edersiniz. Müzik eşliğinde şarkı söylemek, dans etmek, el çırpmak gibi oyunlar oynayabilir, davul, gitar, zil gibi müzik aletleri kullanmaya teşvik edebilirsiniz.

UZAMSAL İLİŞKİLER (4-6 yaş): Bu dönemde çocuğunuz boyut ve mekan ilişkilerini daha iyi anlayacaktır. Karmaşık yapbozlar üzerinde uğraşmak zihinsel gelişimine önemli katkılar sağlayacaktır.

MATEMATİK (4-6 yaş): Rakam ve nicelikle ilgili bu kritik evrede çocuğa somut matematik egzersizleri yaptırmanın birçok yolu var. En basiti ise sayı saymayı öğretmek. Mutfakta yemek yaparken malzemeleri birlikte saymak, oyuncakları saymak gibi günlük hayatta birçok fırsatı değerlendirebilirsiniz.


İLGİLİ DİĞER LİNKLER

PRATİK ANNE